18 Kasım 2014 Salı

ŞEKER AHMET PAŞA VE BATI RESMİ

HARBİYE ÇIKIŞLI RESSAM ŞEKER AHMET PAŞA

19. Yüzyılın 2. yarısındaki Batı’ya dönük ilk ressamlarımızın yapıtları karşılaştırıldığında, “Harbiye çıkışlıların”, Mühendishane çıkışlılara oranla, yeni sanat akımlarına “yaklaşım açısından” daha “önemli çalışmalar” yaptıkları gözlemlenir. Meselâ; yanlarında öğrenim gördüğü Gérome ve Boulanger yanında, sevdiği Daubigny gibi ressamlardan da, saraya birkaç eser aldırtan Şeker Ahmet Paşa (1841 – 1907), “klâsisist – romantik” bir eğitim görmesine rağmen, yer yer Courbet anlayışına yaklaşan resimler yapmıştır.

Hocaları yanında, Daubigny gibi sanatçıların eserlerini de beğenerek, seçip aldırdığına göre, resimsel eğiliminin, Barbizon okulu’nun “peyzaj” anlayışına yaklaştığı bile çıkarılabilir. Büyük boyutlardaki sağlam düzenli peyzaj ya da natürmortlarından, Şeker Ahmet Paşa’nın disiplinli bir eğitim gördüğü ve renk bakımından da Barbizon Okulu ile yer yer Constable’ın doğa gerçekçiliğine yaklaştığı söylenebilir.

Paris’te öğrenim gördüğü yıllarda, Courbet naturalizmasının güncel olduğu akla getirilirse, ressam paşa’nın çağdaşı olduğu resim hareketlerini “dikkatle izlediği” anlaşılır. Ancak “Hollanda natürmort” geleneğinin teknik sorunlarını da dikkatle izlediğini gösteren kimi uygulamalar, onun kavunlu, karpuzlu, kabaklı natürmortlarının incelenmesiyle çıkarılabilir. Fakat onda, doğa karşısında yakalanmış yöresel, taze notlara az rastlanır.

Şeker Ahmet Paşa’nın, “Kars Kalesi” ’ nde, akli, inşacı, kuru bir modle dışında, doğadan edinilmiş taze bir not “görülmez”. Bu nedenle, yapıtlarında “izlenim” değil, hatta “hayâli nesne biçimlemesi” ağırlık kazanmıştır. Paşa’nın eldeki tüm eserleri sırasıyla karşılaştırıldığında, “gençlik” eserlerinin, uygulama disiplinine rağmen, daha gözlemci ve taze olduğu, “yaşlandıkça” ve daha az çalıştıkça akli, inşacı, kuru bir resimlemede durakladığı gözlemlenebilir

HARBİYE ÇIKIŞLI RESSAM SÜLEYMAN SEYYİT

Şeker Ahmet Paşa’ yla aynı zamanda Avrupa’ya gönderilen, ancak hiç geçinemedikleri anlaşılan, Harbiye çıkışlı ressamlarımızdan Süleyman Seyyit (1842 – 1913) in eldeki resimlerinden görülen, “ağırlıklı olarak natürmortlar” yaptığı ve yine kendinden öncekiler gibi, nesnelerin hiçbir “ayrıntısını” ihmâl etmemek için “çaba harcadığı”, ancak giderek renkçi bir paletin inceliklerine vardığı görülür.

Süleyman Seyyit’in sevdiği natürmort konusuna ters düşen ve olduğu bilinmeyen bir de savaş kompozisyonu yapmıştır. Bu savaş kompozisyonunun Pirot Savaşıyla ilgili olduğu sanılmaktadır. Resim ve heykel müzesindeki eserlerinde de görülen “temiz tekniği” ve ayrıntı merakına rağmen, boya tazeliğinin kaybedilmemesi, sanatçının, Şeker Ahmet  Paşa’daki “akli, kuru inşacılıktan” ne denli “uzak” olduğunu da gösterir. Süleyman Seyyit’in ayrıca bir de bitiremediği menazır kitabı yazdığı bilinmektedir.

RESSAM HÜSEYİN ZEKÂİ PAŞA


Süleyman Seyyit gibi gene “ince bir ayrıntı” ressamı olan, ancak Avrupa’ya öğrenime gitmediği halde, gidenler düzeyinde çalışmalar yapan, “Mübeccel Hazineler” yazarı, ince zevkli Hüseyin Zekâi Paşa (1860 – 1919) vardır. “Şadırvan”’ından diğer sulu ya da yağlıboya peyzajlarından anladığımız, onun “dikkatli bir doğa gözlemcisi” olduğu, hâtta kimi peyzajlarında yöresel notları, yer yer renkli bir duyarlılıkla yakaladığıdır.

Doğa karşısında çalışmasına ve yöresel notlar yapıtlarında yer almasına rağmen, Süleyman Seyyit gibi onda da izlenimci bir anlayışın herhangi bir etkisine “rastlanmaz”. Bu nedenle, çoğu dış etkilerden uzak kalan bu ressamımızın “kişisel bir anlatım” düzeyine varmak üzere olduğu kanısı uyanır. Renkçi yerel not duyarlılığına rağmen, “perspektife” dayalı kesin çizgilerden vazgeçmemesi de, ona “ayrı bir özellik” kazandırır. Bu, büyük bir ihtimâlle , Batı’ya dönüşten bu yana süregelen kesin çizgicilik geleneğinin henüz devam ettiğini gösterir.

RESSAM MÜDÜR OSMAN HAMDİ

Mühendishane ya da Harbiye çıkışlı “olmadığı halde”, geçen yüzyılın 2. yarısı ile yüz yılımızın ilk on yılı arasındaki en “aktif sanatçılarımızdan” biri, Sanayi-i Nefise Mektebi’ nin kurucusu ve ilk müdürü Osman Hamdi (1842- 1910) dir. Paris’te 15 yıl kalarak tipik “klâsisist- akademik” bir eğitim almıştır. Osman Hamdi’nin hocaları Jean Léon Gérome (1824-1904) ile Boulanger (1824-1884) olup ikisi de akademist “Salon” ressamıydılar ve tarihi konulu resimler yapıyorlardı.

Ancak eserleri incelendiğinde, bizzat fotoğraflardan faydalanarak, tam anlamıyle “fotoğrafik görüntüye bağlandığı” ve bunları renklendirerek klâsisist ideale “ters düştüğü görülür”. Eserlerinde, Arap kıyafetiyle çektirdiği “fotoğraflarını büyülterek”, modelden çalışma gözlemciliğinden uzaklaşmıştır. Doğa gözlemi yerine, fotoğrafa bağlanması sebebiyle, figürlerle mekân arasında “resimsel ilişki sağlanamamıştır”. Ancak o, Türk resminde “folklora bağlı” bir janr resminin “tek temsilcisi” olarak kabul edilebilir.

Osman Hamdi ile, ona değin Avrupaya gönderilen diğer ressamlarımız incelenirse, Türk resminin henüz, klâsisist Fransız resminde çok israf edilen teknik bir işcilikle sınırlı bilgi ve becerileri değerlendirdiği saptanır. Özellikle 19. yy’da, Batı resim sanatına ilişkin akımların çoğalmasına ve dolaylı olarak “pek hareketli bir sanat” yaşamı olmasına rağmen, sanatçılarımızın, bunların çıkış nedenlerini “merak etmemeleri” ilginçtir.

Belki, Batı resim kültürünün büyük birikiminin, o sıralar henüz “bilimsel” olarak incelenip bir açıklığa varılamamış olması, bu dönem Türk ressamlarını “tereddüte” sürüklemiş olabilir. Ayrıca Batı’nın “monarşik” dönemine ait anlatım biçimlerinden olan “barok ve klâsisist” anlayışlarla; romantizm, naturalizm ve izlenimcilik gibi parlamenter döneme ilişkin sanat akımlarının oluş nedenleri ve aralarındaki farklar da, monarşik yönetimli Osmanlı devleti’nin Batı’ya gönderdiği resim öğrencilerine bilinmeyenler olarak kalıyordu.

Bunlar yanında, yapma ve yaratma resmin ne olduğu bile, onların “dikkatini çekemiyordu”. Bu yüzdendir ki; bu konular uzerine, yazılmış “tek satıra rastlanmaz”. Anlaşılabilen tek sorun, doğanın optik taklidi ile sanata ulaşılamayacağı idi...


Adnan Turani, Batı anlayışına dönük Türk resim sanatı, İşbank Kültür yayınları, 1977, s.ıx,x