Türkler, 10.
Yüzyıldan başlayarak kendi istekleriyle İslâm
dinini kabul etmişlerdir. Bu dini kabul edişleri kılıç zoruyla ve kısa sürede olmamıştır. Ancak dinin emirlerini
öğrenmek ve Kur’an okumak için Arap
harflerini de, dini ilimleri anlamak üzere Arap dilini de beraber
öğrendiklerinden, Türk dili eski saflığını kaybetmiştir. Birçok yabancı
kelimeler, yeni kavramların ifadesi olarak Türk dilini istilâ etmiştir.
Komşuluk ettikleri çeşitli memleketlerin yerli dillerinden de etkilenen Türkler, başka devir ve başka
ülkelerde kendi dillerini ayrı şekillerde konuşmaya ve kullanmaya başlamıştır.
Bu yüzden, Türk dili,
birbirinden oldukça farklı ve bu farklılık yazılışta da kendini gösterdiği için
bağımsız birer dil denebilecek lehçelere
dönüşmüştür. Bu lehçelerde meydana getirilen edebiyat eserleri de
birbirinden farklı olmuştur.
TÜRK DİLİ
LEHÇELERİ
Ana Türkçe, söyleniş ve
yazılış farkları yüzünden zamanla değişik
lehçelere ayrılmıştır. Doğu
lehçeleri (Çağatay lehçesi ve Doğu Türklerinin kullandıkları lehçeler) ve Batı lehçeleri (Azeri lehçesi ve
Anadolu Türkçesi) diye sınıflandırılan bu söyleniş ve farklı yazılıştaki
lehçelerin ayrı edebiyatları vardır.
Bâbür Şah’ın da şiirleri
ve “Babürname” adında değerli bir
hatırat kitabı vardır. Kuzey-Doğu
Türklerinin lehçeleriyle meydana getirilmiş eserlerin en önemlisi, Kaşgarlı Mahmud’un “Divân-ü lûgaat-it Türk”
adlı sözlük ve gramer kitabıdır ki; eski devirlerin eserlerinden derlenmiş
örnekler bakımından çok önemlidir.
TASAVVUF
FELSEFESİ
Türkler 10. yy dan
itibaren İslâmiyeti din olarak
benimsediler. Bunu kılıç zoruyla değil, inanarak
ve bilerek yaptılar. Bu sebeple de
dinin katı hükümlerini zamanla yumuşatıp
kendilerine göre yorumladılar. Kur’an Arapça idi. İslâmı yaymaya yarayan ve bu
dinden çıkan bilimler, Tanrı bilimi
(Kelam) , Fıkıh (Hukuk) hep Arapça
kitaplardan öğreniliyordu. Türkler, bu sebeple birçok Arapça terimden
başlayarak dillerine bu dilden kelimeler aktardılar.
Kavramlar yeni olunca, o
kavramları ifade eden kelimeler de dile doldu. Sonunda yazı sistemini de değiştirdiler ve Arap harflerini kabul ettiler. Böylece yeni bir din çerçevesine girerken yeni bir dil çerçevesini de benimsemiş oldular. Din ve dille beraber edebiyat ve düşünüşte de değişiklikler görüldü. Arap edebiyatının daha önce İran’a geçmiş ifade şekilleri
edebiyatımıza aktarıldı.
Gazel, kaside, mesnevi gibi şiir şekilleri böylelikle edebiyatımıza
girmiş oldu. Gazeller aşk duygularını, kasideler övgüleri, mesneviler de
hikâyeleri anlatmakta kullanılan şekillerdi.
Diğer yandan Kûfeli Ebû Hâşim tarafından ortaya
atılan “Tasavvuf” diye anılan
düşünüş yolu “Tarikat” ların
doğmasına sebep oldu. Esasen gidilecek yol anlamına gelen tarikat kelimesiyle
Tanrı’ya ulaşmanın yolları gösterilmek isteniyordu. Sof bir cübbe giydikleri
için kendilerine “Sofi”,
düşünüşlerine “Tasavvuf” denilen bu
dervişlerin inancına göre tek gerçek
Tanrı’nın kendisiydi. İslâmiyet, insanın ancak öldükten sonra Tanrı huzuruna
çıkabileceğini öğretiyordu. Bu dünyada ise yalnız bazı Peygamberler bu lûtfa
erişmişlerdi. Oysa insan, kendini yaratana bu dünyada da erişebilirdi. Ermişler
arasına karışabilmek için adlarına
“dergâh” (kapı yeri) , “zaviye”
(köşe) , “tekke” (dayanak) denilen yerlerde insanın benliğini iyice terbiye etmesi ve kendini Tanrı’ya adaması gerekiyordu.
İçinde yaşadıkları dünya
şartlarından memnun olmayan çevrelerde tarikatlar hızla yayıldı. Bunların
bazısı, Âhilik gibi, bir çeşit ekonomik teşkilât, esnaf teşkilâtı
niteliği gösteriyor ve hemen hepsi, dünya nimetlerine değer vermemeyi öğreterek, mensuplarına
manevi bir destek vazifesi görüyor,
insanların Tanrı’ya ulaşacakları inancını yayarak onlara mutluluk sağlıyordu.
SINIF VE
ZÜMRE EDEBİYATI
Yüzyıllar boyunca Doğu’dan
Orta Asya’dan Hazar Denizi’nin Kuzeyi’ndeki ve Güneyi’ndeki göç yollarını
tutturarak Batı’ya yayılan Türkler, değişik siyasi birlikler kurdular. Türk
topluluklarının tabii hayatını meydana getiren iki temelli unsur, yani av ve savaş, bütün toplumu tek sınıf
halinde tutuyordu. Şehir medeniyeti geliştikçe,
iş bölümü dolayısıyla daha başka
gruplaşmalar da görülmeye başlandı. Esnaf takımının ortaya çıkması, bazı
mesleklerin kazanç sağlaması sebebiyle gördüğü rağbet, halk arasında, yaşayışı
birbirinden farklı insan
katmanlarının meydana çıkmasına yol açtı.
Meselâ Anadolu Selçukluları zamanından
başlayarak ilim ve sanat hayatının fevkalâde gelişmesi, medreselerin, üniversitelerin
çoğalması, buralarda okuyanların düşünce ve yaşamlarındaki değişim, zevklerine
ve yarattıkları eserlere de tesir ederek başka niteliklerde edebiyat ve sanat
eserlerinin doğmasına yol açtı.
Tasavvufla uğraşan
şairlerin yazdıkları şiirlerle halk arasında esnaflık edenlerin yazdıkları
şiirler hem dil, hem de duygu- düşünce bakımından farklılaştı. Böylece toplumda yeni sınıflarla beraber zümrelerin
kendi zevklerini, duyuş ve düşünüşlerini yansıtan değişik niteliklerde eserler görülmeye başlandı.
Aynı milletin insanları
oldukları halde dil, duygu ve düşünce bakımından birbirlerinden ayrı edebiyat eserleri ortaya çıktı ki;
bunlara zümrelerin kendi edebiyatı gözüyle bakılır. Dadaloğlu ve Nedim
gibi...
Toplumumuzdaki farklı
sınıfların meydana getirdikleri zümre edebiyatları şunlardır :
Halk Edebiyatı, Divan Edebiyatı, Tekke Edebiyatı... Bunlar Anadolu’ya yerleşmiş Türklerin
14-20. yy lar arasında verdikleri
eserlerin gruplandırılmasından meydana gelmiştir. Bir de Anadolu dışında kalan
Türklerin iki ana lehçeyi konuşan ve yazanların edebiyat eserleri vardır ki;
onlar da Çağatay Lehçesi Edebiyatı
ve Azeri Lehçesi Edebiyatı diye
sınıflandırılır.
DİVAN
EDEBİYATI
Türkler 12. yy dan beri
Anadolu’da yerleşmeye, daha sonra da siyasi birlikler kurmaya başlamışlardır. Beylikler devri, Selçuklu devri ve Osmanlı
devri, bu siyasi birliklerin derli toplu göründükleri çağlardır. İşte bütün
bu süre zamanında Anadolu yöresinde yerleşen Türkler, Arapça ve Farsça da öğrenerek, bu dillerin edebiyatlarını da
inceleyerek bir aydın sınıf
edebiyatı meydana getirmişlerdir. Buna Divan
Edebiyatı denir. Böyle denmesinin sebebi, her şairin, adına şiir dergisi anlamına Divan dedikleri
bir bütün meydana getirecek kadar
şiir yazma mecburiyetiydi.
Divan
denilen şiir toplamının bazı şartları vardı. Tertipli bir divanda mutlaka
kaside ve çeşitleri, gazeller, musammat denilen parçalı şiirler bulunurdu. Her
şair bu belli şiir çeşitlerinde söz söylemek ve sözlerini aruz vezni denilen ölçülü
kalıplara uydurmak zorundaydı.
Bu bakımdan divan şiirlerinin gerçek hayatla pek ilgisi yoktur.
DİVAN
ŞİİRİNDE BİÇİMLER
Kaside :
Tanrı, Peygamber ve devlet büyüklerini, padişahları övmek için yazılan uzunca şiirlerdir. Bölüm bölümdür. Önce bir tabiat tasviri bulunur. Sonra övgüye
geçilir, daha sonra dua ile şiir
bitirilir.
Gazel :
Sevgi duygularını bildirmek için yazılan kısaca
şirlerdir.
Mesnevi :
Her iki satırı kendi aralarında kafiyeli
uzun hikâyelerdir. Leylâ ve Mecnun, Tahir ile Zühre hikâyeleri gibi. Beşi bir
arada olduğunda “Hamse” denilir.
Şarkı :
Türklerin kattığı bir nazım şeklidir. Dörder, beşer satırlık parçalardan
meydana gelir ve bestelenir.
Musammatlar : Parçalı şiirlerdir. Dörder mısralık olanlarına “murabba”, beşer mısralık olanlarına “muhammes” denir. Bütün müslüman edebiyatlarında divan şairleri bu
ve buna benzer aynı şiir bilimlerini kullanmışlardır.
Anadolu Türklerinde Divan
Edebiyatı 14. yy dan başlar ve 19. yy sonlarına kadar gelir. Bu edebiyat sade
şiir çeşitlerinden meydana gelmemiştir. Hatıra kitapları, mektuplar ve nesir
yazıları vardır. Osmanlı Padişahlarının çoğu takma isimlerle şiirler
yazmışlardır. Divan şairlerinin hemen hepsinin takma ad kullanması âdetti. Buna
“mahlâs” denirdi.
14. yy da yaşayıp
şiirlerini divan halinde toplayan en eski şairimiz Ahmedi’ dir. Divanından başka Büyük İskender’in fetihlerini anlatan
“İskendernâme” adında bir mesnevisi
vardır.